giovedì 27 novembre 2025

Kalpteki el: Papa Leo XIV karşısında Erdoğan’ın anlamlı sessizliği


Türkiye'ye yapılan bu ziyaret en yüksek beklentilerle açılıyor, ancak tarih bize defalarca göstermiştir ki, bir dönüm noktasını tanımlayan şey sadece söylenen sözler değildir: Bazen söylenmeyenler, bir jest eşliğinde, herhangi bir resmi açıklamadan çok daha güçlü konuşur. İlk kez Papa Leo XIV ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmeyi ve ardından Millî Kütüphane içindeki Cihannüma Salonu'nda yapılan basın toplantısını bu bağlamda değerlendirmek gerekir: Sadece mekânın ihtişamı açısından değil, taşıdığı sembolik boyutla da tarihi bir olay.

Cihannüma Salonu — kelimenin tam anlamıyla "dünyaya açılan pencere" — sıradan bir mekân değildir. 100'den fazla ülkeden gelen ve 134 farklı dilde bulunan kitaplarla zenginleştirilmiş, kubbesinde Alak suresinin 4. ve 5. ayetlerinin Türkçe çevirisinin yer aldığı son derece sembolik bir mekândır: "Kaleme yazmayı öğreten O'dur. İnsana bilmediğini öğreten O'dur." Bu ifadeler, zaten oldukça yalın ve güçlü, bu buluşmanın derin sembolik anlamını kavramak için ideal bir çerçeve sunuyor: İnsanlar, kültürler ve dinler arasında bir köprü olarak evrensel bilginin kutlandığı bir salon.

İkili görüşmenin ardından Erdoğan basına hitap etti. Söyledikleri elbette ki önemliydi. Ancak söylemedikleri ve yaptıkları çok daha önemliydi. Cumhurbaşkanı konuşması boyunca sağ elini defalarca kalbinin üzerine götürdü.

Bir Batılı için bu jest basit bir nezaket ya da resmi bir duruş gibi görünebilir. Fakat İslam ve Orta Doğu kültürlerinde bu jest çok daha derin bir anlam taşır.

İslam'ın mistik geleneği olan tasavvufta, bu jest Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hayatındaki önemli bir olaya işaret eder.

Hicret sırasında — Mekke'den Medine'ye göç — Peygamber, Sevr Mağarası'nda Hz. Ebu Bekir ile sığınmışken, elini kalbinin üzerine koyarak Allah'tan aldığı bilgeliği ona ruhsal bir şekilde aktarmıştır. Gelenekte şöyle denir:

"Allah'ın kalbime koyduğu her şeyi, ben Ebu Bekir es-Sıddîk'ın kalbine aktardım."

Şimdi, Erdoğan'ın bir sufi olduğu söylenemez. Bilindiği üzere o, sünni bir Müslüman ve çağdaş bir devlet adamıdır; pragmatik, hesapcı ve toplumsal duyarlılıkları iyi okuyan bir liderdir. Bu jesti dini bir ritüel olarak değil de, Papa'ya karşı duyulan samimi saygının bir işareti olarak benimsemesi, bu hareketi derin bir diplomatik niyet beyanına dönüştürüyor.

İşte jestin özü burada yatıyor: Kalbe el koymak boş bir kalıp değildir. "Samimiyetle konuşuyorum, açık konuşuyorum, kalbimle konuşuyorum" demektir. Arap ve Türk-İslam kültüründe kalbe dokunmak kendini sunmak anlamına gelir: sadece bedenini değil, ruhunu ve aklını. Bu bir barış jestidir, güven göstergesidir ve karşındakini saygıya değer bir insan olarak kabul etmenin işaretidir. Ve özellikle devlet başkanları arasındaki diplomatik ilişkilerde son derece nadir görülen bir harekettir. Erdoğan'ın önceki papalara — Papa Francesco dahil — bu kadar istikrarlı ve içten bir şekilde bu işareti yaptığı pek hatırlanmaz.

Genel izlenim, Erdoğan'ın söze dökmeden bir mesaj iletmek istediğidir: "Seni evrensel bir ruhani rehber olarak kabul ediyorum. Sadece Katolik Kilisesi'nin başı olarak değil, dünyanın ahlaki otoritesi olarak."

Sonuçta bu jest, yüzyıllar boyunca karşıt olarak anlatılan iki dünya görüşü arasında bir köprü kuruyor: İslam ve Hristiyanlık.

Tarihsel-kültürel açıdan Erdoğan, Osmanlı İslamı'nın ruhunun mirasçısı olarak kendini konumlandırıyor: Evet, bir imparatorluk İslamıydı, ama aynı zamanda şaşırtıcı derecede hoşgörülü, tarihteki en büyük çok dinli ve çok kültürlü siyasi yapılardan birinin yöneticisiydi.

1453'te İstanbul'un fethinin ardından Osmanlı sultanları — millet sistemi çerçevesinde — Hristiyanlara ve Yahudilere din özgürlüğü ve cemaat yapılanması garantisi sağladılar. İnanç topluluklarına dini ve medeni özerklik tanıyan bu model, bugün Erdoğan tarafından Türkiye'nin Doğu ile Batı arasında, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olduğu fikrini desteklemek için yeniden referans gösterilmektedir.

Bu bağlamda, kalbe konan el folklorik bir hareket değildir. Kimlik beyanıdır: İslam'ı saldırgan bir ideoloji olarak değil, bir medeniyet olarak sunar. Ve bu anlatıda Papa bir rakip değil, saygı duyulan ve ciddiye alınan bir muhataptır.

Erdoğan'ın sözle ifade etmediği — ve belki de edemediği — şey kalbine götürdüğü elle ifade edilmiştir: kişisel saygının, ruhani takdirin ve diyalog arzusunun mesajıdır. Cihannüma Salonu dünya için bir pencereyse, Erdoğan'ın jesti de modern Türkiye'nin kalbi için bir pencere olmuştur. Belki de bu anlamlı sessizlikten İslam ve Hristiyanlık arasındaki ilişkilerde yeni bir dönem doğacaktır — kuşkudan değil, karşılıklı tanımadan beslenen.

Basın toplantılarında sözler geçer. Jestler kalır. Ve bu jest uzun süre hatırlanacaktır.

Marco Baratto

Nessun commento:

Posta un commento

Il Papa che ha scelto il silenzio: quando non pregare un è un rispetto “per autenticità” non “per conformità”

La visita di Papa Leone XIV alla Moschea Sultan Ahmed, nel contesto del viaggio apostolico in Turchia e in Libano, rappresenta un momento ...